11 Ağustos, 2009

TÜRK KAHVESİ

YEMEKLERİN ÜSTÜNE DE BİR FİNCAN KAHVE
ÇOK İYİ GİDİYOR HANİ ;)
'Siyah inci' yada 'Müslümanların şarabı' olarak nitelendirilen kahve hakkında birçok araştırma yapılmış fakat kesin sonuca ulaşılamamış.. Bazı rivayetlere göre kahve ağacını ilk farkeden ve kahveyi bulan kişinin Habeşistan'lı bir çoban olduğu söylenmekte.. Başka bir rivayete göre bu çobanın kahve ağacını bir arap şeyhine anlatması ve şeyh in kahveyi bir içecek haline getirdiği söylenmekte.. Birbaşka rivayete göre de hz. Muhammet hastalanır, yatak döşek yatmak zorunda kalır. Halsiz ve bitkin düşer yapılan tedavilerde sonuç vermez. durumu kötüye giderken Cebrail Aleyhisselam elinde dumanlar çıkmakta olan bir tasla çıka gelir. Peygamberimiz bu koyu renkli sıcak sıvıyı içince kısa zamanda iyileşir. bu sıcak su kahveden başka bişey değildir..
Kahve aslında kiraz gibi kırmızı bir meyvedir. Kahve ağaçları bol yağış alan, sıcak iklimlerde yetişir. Tropikal bölge bu bakımdan idealdir. Brezilya, Kolombiya, Venezuella, Meksika ile Kenya, Angola, Fildişi Sahili, Etiyopya, Endonezya.. başlıca kahve üretici ülkelerdir..

Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1517'De, Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirdi. Kahve kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına 'kahvecibaşı' adında bir de rütbe eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı. Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi.Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu.
Kahve kültürümüzün ayrılmaz pir parçası olmuştur yüzyıllar içinde. Ata sözlerimize, deyimlerimize, manilerimize girmiştir: Kahvelerim pişti gel, [ Köpüklerim taştı gel, İyi günüm dostları, Kötü günüm geçti gel.. ]

[ Kahveyi pişir dursun, Koy fincana durulsun, Bize böyle edenler, Sol böğründen vurulsun.. ] vs..
Ve tabiki KURU KAHVECİ MEHMETEFENDİ, hakkında biraz yazmak istiyorum; 1857'de İstanbul Fatih'te doğan Mehmet Efendi, Süleymaniye Medresesi'nde eğitim gördükten sonra babasının dükkânında çalışmaya başladı. 1871 yılında işin başına geçen Mehmet Efendi, çiğ kahveyi kavurup dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başladı. Böylece İstanbul Tahmis Sokakta taze kavrulmuş, mis gibi kahvenin kokusu da çevreye yayıldı. Kahveyi öğüterek ilk kez hazır olarak kahveseverlere sunan Mehmet Efendi, bu yenilik ve müşterilerine sağladığı kolaylıkla kısa sürede tanınarak "Kurukahveci Mehmet Efendi" diye anılmaya başlandı. 1871 yılından bu yana Kurukahveci Mehmet Efendi , bu zanaatı ustalık, bilgi, tecrübe ve inceliklerle babadan oğula ustadan çırağa aktarmaya devam ediyor...
Kahveyi taze tutmak için ; kahve (kendi paketi ile) bir poşete konulur sıkıca bağlanır ve sıkı kapaklı bir kavanoza konup buzdolabında saklanır, böylece kahve uzun süre tazeliğini korumuş olur..
Yapılışı ; bir fincan için cezveye iki çay kaşığı, taze kahve, bir buçuk kesme şeker,bir fincan soğuk su eklenir kısık ateş üstünde tutulur az ılıyınca karıştırılır, ve sonra bir kaşıkla köpüğü fincana alınır sonra çok kısık ateşte bir taşım daha kaynatılır ve fincanlara alınır yanında bir bardak su ile servis edilir.. Bence bu lezzete (bitter) çikolata çok yakışıyor..
Not ; açık ateşte tutarsanız yada fazla kaynatırsanız , yada kahve taze değilse ekşi bir tat alır.. bu nedenle bol köpüklü lezzetli bir kahve hazırlamak çok zor olmasada kolay da değildir.. En güzeli mangal közünün üstünde bakır cezvede pişirilen kahvedir...

1 yorum:

  1. 'Sigarasız İçmeyiniz' diye bir yazı yazılmalı kahvelerin paketlerine bence :]

    YanıtlaSil